TÜM HTML KODLARI
  Destanlar
 
TÜRK DESTANLARI

Destanlarımız yazıya geçirilmedikleri için bugün bunların ancak konularını bilmekteyiz. Bunları da İran, Çin ve Arap kaynaklarından öğreniyoruz.

A) Altay Türklerine Ait Destan

Yaratılış Destanı:

Bilinen Türk destanları arasında en eskisi “Yaratılış Destanı” dır Bu destan Altay Türkleri arasında söylenegelmiştir. Rus Türkolog Radlof tarafından saptanıp yazıya geçirilmiştir.

Yaratılış Destanı dünyanın nasıl yaratıldığını, insan ırklarının nasıl meydana geldiğini ve şeytanın nasıl bir kötülük unsuru olduğunu Türklerin düşüncesine göre izah etmektedir.

Destanın özeti:

Gök yoktu, yer yoktu. Yalnızca, sonu olmayan bir deniz vardı. Tanrı Ülgen, bu denizin üzerinde uçuyordu. Konacak sert bir yer arıyordu, bulamıyordu. Böyle uçarken gönlüne doğdu. Bir ses: "Önündeki nesneyi yakala" diye fısıldadı. Ülgen, bu fısıltıyı yineledi. Ellerini öne doğru uzattı. O sırada su yüzüne bir taş çıkmıştı. Ülgen, taşı yakaladı, üzerine kondu. Taşın üstünde ne yapacağını düşündü. Uçsuz bucaksız suyun içinden Ak Ana, süzülüp Ülgen'in karşısına çıktı ve "Yarat" dedi. Üç kez yineledi. Ülgen "Nasıl?" diye sordu. Ak Ana "Yaptım oldu de, yaptım olmadı deme." dedi. Sonra, Ak Ana kayboldu. Bir daha da görünmedi. Ülgen, insanlara şu buyruğu verdi. "Var olana yok demeyin; vara yok diyen de yok olur!"

Ülgen, "Yer yaratılsın!" dedi; yer yaratıldı. "Gökler yaratılsın!" diye buyurdu; gökler yaratıldı. Sonra, üç büyük balık yaratıp yeri onların üzerine yerleştirdi. Balıklardan ikisini yerin kenarına, üçüncüsünü ortasına temel yaptı. Ortada bulunan balığın başı kuzey yönündedir. Bu balık başını eğerse, dünyayı sel götürür. Başını daha aşağı eğerse, yeryüzünde su basmadık bir avuç yer kalmaz. Onun için bu balık, büyük bir zincirle bir direğe bağlanmıştır. Onu, Ulu Kişi (Mandı-Şire) yönetir.

Ülgen, dünyayı yaratırken ay ve gün ışığının dokunduğu Altın Dağ'da oturdu. Bu dağ, gökyüzü ile yeryüzü arasında idi.

Bizim Ay ve Güneş'imizin dünyasından başka, doksan dokuz dünya daha yaratılmıştır. Bunların hepsinde birer uçmag (cennet), birer tamu (cehennem) vardır. Her birinde insanlar bulunur. En büyük dünya, Han Kurbustan Tengere'dir. Bay-Ülgen, bu âlemin yönetimini yardımcılarından olan Mangızın Matmas Burkan adlı ruha vermiştir. Bu âlemin bulunduğu dünyanın adı Altın Telegey'dir. Cehennemi, Mangız Toçiri Tamu'dur. Bu tamuyu, Matman Kara adlı bir zebani yönetir.

Doksan dokuz âlemin ortancası, Ezre Kurbustan Tengere'dir. Ezre Tengere'yi, Belgin Keratlu Türün adlı melek yönetir. Bulunduğu dünyanın adı, Altın Şarka'dır. Cehennemi, Tüpken Kara Tamu'dur. Tüpken Kara Tamu'nun başındaki zebaninin adı, Matman Karakçı Han'dır.

İnsanoğullarının yaşadığı bizim dünyamız, en küçük âlemdir. Adına, Kara Tengere Dünyası denilir. Bu dünyayı, Ulu Kişi yönetir. Cehenneminin adı, Kara Teş'tir ve bu cehennemin zebanisi, Kerey Han adında bir ruhtur. Bizim dünyamızın üzerinde otuz üç kat gök vardır.

Bay-Ülgen, bir gün denize bakarken, suyun üstünde bir toprak parçasının yüzdüğünü gördü. Toprağın üzeri, insan gövdesine benzeyen bir kil tabakası ile kaplıydı. Bay-Ülgen, "Bu cansız toprak, kişi olsun!" diye buyurdu. Toprak, kişi oldu. Ülgen, ona Erlik adını verdi; olduğu yere bıraktı. Erlik, giderek Ülgen’i buldu. Ülgen de onu yanına aldı. Bir zaman sonra Erlik, Ülgen'i kıskandı. Ondan daha güçlü olmak istedi. Ülgen'e imrendi, "Ben de onun gibi olmalıyım” diye düşündü. Düşüne düşüne Ülgen'e düşman oldu. Bunu anlayan Ülgen, Gök oğul'u (May-Tere) yarattı. Sonra da, bizim dünyamızda yaşayan insanları biçimlendirdi. Bunların kemikleri kamıştan, etleri topraktan oldu. En sonra da, yine bir kişi olan Ulu Kişi'yi canlandırdı. Ona "Bu insanları sen yönet" diye buyurdu.



B) Saka Türklerine Ait Destanlar

Alp Er Tunga Destanı:

Yaradılış Destanından sonra bilinen ilk büyük ve millî Türk Destanı Alp Er Tunga destanıdır. Fakat bu destan hakkında dahi kesin bilgiler edinilmiş değildir.

Alp Er Tunga, M.Ö. VII. yüzyılda yaşamış kahraman ve çok sevilen bir Saka hükümdarıdır. Alp Er Tunga, Orta Asya'daki bütün Türk boylarını birleştirerek hâkimiyeti altına almış, daha sonra Kafkasları aşarak Anadolu, Suriye ve Mısır'ı fethetmiş ve Saka devletini kurmuştur. Alp Er Tunga'nın hayatı savaşlarla geçmiştir. Uzun süre mücadele ettiği İranlı Medlerin hükümdarı Keyhusrev'in davetinde hile ile öldürülmüştür. Alp Er Tunga ile İranlı Med hükümdarı arasındaki bu mücadelelerin hatıraları uzun asırlar hem Türkler hem İranlılar arasında yaşatılmıştır. Alp Er Tunga, İran ve İslâm kaynaklarında Efrasyab adıyla anılmaktadır.

Orhun Yazıtlarında "Dokuz Oğuzlar" arasında "Er Tunga" adına yapılan "yuğ" merasiminden söz edilmektedir. Alp Er Tunga Destanı hakkındaki bilgilerin en önemli kaynağı Divan-ı Lugat-it Türk'tür. Milattan sonra XI. yüzyılda Kâşgarlı Mahmut tarafından yazılan bu eserde, destanın, büyük bir ihtimalle son kısımlarına ait bir ağıt (sagu) yazılı olarak verilmektedir.

Şu Destanı:

Şu destanı M.Ö. 330 – 327 yıllarındaki olaylarla bağlantılıdır. Bu tarihlerde Makedonyalı İskender, İran'ı ve Türkistan'ı istilâ etmişti. Bu dönemde Saka hükümdarının adı "Şu" idi. Bu destanda Türklerin İskender'le mücadeleleri ve geriye çekilmeleri anlatılmaktadır.



C) Hunlulara Ait Destanlar

Oğuz Kağan Destanı:

Oğuz Kağan destanı M.Ö. 209 -174 tarihleri arasında hükümdarlık yapmış olan Hun hükümdarı Mete'nin hayatı etrafında şekillenmiştir. Bütün Türk destanlarında olduğu gibi bu destanın da ilk şekli günümüze ulaş¬mamıştır.

Kara Han, doğan oğluna bir yaşında iken ad koyacağı sırada, çocuk: "Ben sarayda doğduğumdan, adım Oğuz olsun.." deyince, herkes şaşırdı. Oğuz, annesinin sütünü sadece bir defa emdi.

Oğuz, gençliğinde; at sürüsü ve insanları yiyen, çok korkulan, azgın bir canavarı öldürerek büyük şöhret kazandı. Avlanırken Gök-ışık içinde beliren Gök-Kızı ile evlendi. Gök-Kızı’ndan üçüz oğlu olup; Gün-Han, Ay-Han, Yıldız-Han, bir rivayete göre de Gün-Alp, Ay-Alp, Yıldız-Alp adlarını verdi. Başka bir gün yine avlanırken, göl içindeki küçük bir adada, dünya güzeli Göl-Kızı’nı gördü. Bu-nunla da evlenen Oğuz, Göl-Kızı’ndan doğan üçüz oğullarına Gök-Han, Dağ-Han, Deniz-Han, başka bir rivayete göre de Gök-Alp, Dağ-Alp, Deniz-Alp adlarını verdi. Sonra, Oğuz Han bütün halkını toplayarak, ulu bir toy (ziyafet) verdi. Kırk yerde ağır sofralar kurdurdu. Toydan sonra Oğuz Han, beğler ile halka ferman çıkararak, şöyle buyurdu:

"Ben sizlere oldum Kağan
Alalım yay hem de kalkan
Tamga olsun bize boyan
Gökbörü olsun oran
Demir çıdalar olsun orman
Avlakta yürüsün kulan
İşte deniz, işte muran
Gün olsun tuğ, gök korıkan."

Bundan sonra Oğuz Han, dünyanın dört yönüne fermanlar yazdı. Elçilere verip gönderdi. Bu fermandan sonra kendisine dost olanlara ilişmedi. Dost olmayanlarla yıllarca savaştı. Zaferler kazandı. Elli yılda dünyayı fetheden ulu cihangiri, Kanglı ve Uygurlar, dokuz günlük yoldan gelerek karşıladılar. Kürtak Yaylağı’na gelen Oğuz Han burada, bin evi doyuracak koyun ile dokuz yüz kısrak kestirerek, ulu bir toy verdi. Oğuz-Han’ın yanında soylu, yaşlı, uzun tecrübeli ve ak saçlı bir vezir vardı. Adı Uluğ-Türk idi. Bu vezir, bir gün rüyada gördü ki, bir Altın Yay doğudan batıya doğru gidiyor. Uyanıp, rüyayı Oğuz Han’ın ve neslinin cihan hâkimiyetine tâbir etti. Bunun üzerine Oğuz, oğullarını çağırıp, avlanmalarını istedi. Büyükler doğuya, küçükler batıya doğru ava çıktılar. Gün, Ay, Yıldız yolda bir Altın-Yay; Gök, Dağ, Deniz de yolları üzerinde üç Gümüş-Ok bularak dönüp babalarına getirdiler. Buna çok sevinen Oğuz Han, okların her birini küçük oğullarının birisine verdi: "Ok, yaya tabidir, onu atarken de öyle olunuz." dedi. Sonra dönüp, Altın-Yay'ı üçe bölerek, her parçasını büyük oğullarından birisine verdi: Bunlara, Boz-Oklar dedi. Sonra, büyük kurultay toplayarak, yanına kırk kulaç boyunda bir direk diktirip, üzerine bir altın tavuk koydu ve dibine bir Akkoyun bağladı; soluna da kırk kulaçlık direk diktirip, üzerine bir Gümüş-Tavuk koydurdu ve dibine bir Karakoyun bağladı. Oğullarından Bozokları, sağ (doğu) yanına, üçokları da sol (batı) yanına oturtarak, kırk gün, kırk gece yiyip içtiler. Ulu toy yaptılar. Sonra Oğuz Han ülkesini altı oğlu arasında bölüştürdü ve ruhunu teslim etti.



D) Göktürklere Ait Destanlar

Bozkurt Destanı:

Bozkurt Destanı ve Ergenekon Destanı, Büyük Türk Destanının bir parçasıdır ve Göktürkler çağını konu alır. Ergenekon Destanı, Bozkurt Destanı’nın ana çizgileri üzerine kurulmuş olup, bu destanın serbestçe genişletilmiş biçimidir diyebiliriz. Daha doğrusu Bozkurt Destanı ile kaynağını belirleyen Türk soyu, Ergenekon Destanı ile de gelişip güçlenmesini, yayılma ve büyüme dönemlerini anlatmıştır. Çin tarihlerinde yazıldığına göre Bozkurt Destanı’nın bittiği yerde, Ergenekon Destanı başlar. Bozkurt Destanı’nın devamı, Ergenekon Destanı’dır. Bozkurt Destanı, Çin kaynaklarında kayıtlıdır ve iki söyleniş biçimi vardır. Ama bu ikisi arasında pek az fark vardır.

Destanın özeti:

Türklerin ilk ataları Batı Denizi'nin batı kıyısında otururlardı. Türkler, Lin adlı bir ülkenin ordularınca yenilgiye uğratıldılar. Düşman askerleri bütün Türkleri erkek-kadın, küçük-büyük demeden öldürdüler. Bu büyük ve acımasız kıyımdan yalnızca 10 yaşlarında bulunan bir oğlan sağ kaldı geriye. Düşman askerleri bu çocuğu da buldular ama onu öldürmediler; bu yaşayan son Türk'ü acılar içinde can versin diye, kollarını ve bacaklarını keserek bir bataklığa attılar. Düşman hükümdarı, askerlerinin son bir Türk'ü sağ olarak bıraktığını öğrendi; hemen buyruk verdi ki bu son Türk de öldürüle ve Türklerin kökü tümüyle kazına... Düşman askerleri çocuğu bulmak için yola koyuldular. Fakat dişi bir Bozkurt çıktı ve çocuğu dişleriyle ensesinden kavrayarak kaçırdı; Altay dağlarında izi bulunmaz, ıssız ve her tarafı yüksek dağlarla çevrili bir mağaraya götürdü. Mağaranın içinde büyük bir ova vardı. Ova, baştan ayağa ot ve çayırlarla kaplıydı; dört bir yanı sarp dağlarla çevrili idi. Bozkurt burada çocuğun yaralarını yalayıp tımar etti, iyileştirdi; onu sütüyle, avladığı hayvanların etiyle besledi, büyüttü. Sonunda çocuk büyüdü, ergenlik çağına girdi ve Bozkurt ile yaşayan son Türk eri evlendiler. Bu evlilikten 10 çocuk doğdu. Çocuklar büyüdüler; dışarıdan kızlarla evlenerek ürediler. Türkler çoğaldılar ve çevreye yayıldılar. Ordular kurup Lin ülkesine saldırdılar ve atalarının öcünü aldılar. Yeni bir devlet kurdular, dört bir yana yeniden egemen oldular ve Türk kaanları atalarının anısına hürmeten, otağlarının önünde hep kurt başlı bir sancak dalgalandırdılar.

Ergenekon Destanı:

Bir savaşta yenilen ve Ergenekon'a açılan Türklerin orada bir demir dağı eritip intikamlarını almalarını anlatır.

Moğol ilinde Oğuz Han soyundan İl Han'ın hükümdarlığı sırasında Tatarların hükümdarı Sevinç Han, Moğol ülkesine savaş açtı. İlhan'ın idaresindeki orduyu Kırgızlar ve diğer boylardan da yardım alarak yendi. İlhan’ın ülkesindeki herkesi öldürdüler. Yalnız İl Han'ın küçük oğlu Kıyan ve yeğeni Nüküz eşleriyle kaçıp kurtulmayı başardılar. Düşmanın, onları bulamayacağı bir yere gitmeye karar verdiler. Yabanî koyunların yürüdüğü bir yolu izleyerek yüksek bir dağda dar bir geçide vardılar. Bu geçitten geçerek içinde akarsular, pınarlar, çeşitli bitkiler, çayırlar, meyve ağaçları, çeşitli avların bulunduğu bir yere gelince Tanrıya şükrettiler ve burada kalmaya karar verdiler. Dağın doruğu olan bu yere dağ kemeri anlamında "Ergene" kelimesiyle "dik" anlamındaki "Kon" kelimesini birleştirerek "Ergenekon" adını verdiler. Kıyan ve Nüküz'ün oğulları çoğaldı. Dört yüz yıl sonra kendileri ve sürüleri o kadar çoğaldılar ki Ergenekon'a sığmadılar. Atalarının buraya geldiği geçidin yeri unutulmuştu. Ergenekon'un çevresindeki dağlarda geçit aradılar. Bir demirci, dağın demir kısmını eritirlerse yol açılabileceğini söyledi. Demirin bulunduğu yere bir sıra odun, bir sıra kömür dizdiler ve ateşi yaktılar. Yetmiş yere koydukları yetmiş körükle körüklediler. Demir eridi, yüklü bir deve geçecek kadar yer açıldı. İlhan'ın soyundan gelen Türkler güçlenmiş olarak eski yurtlarına döndüler, atalarının intikamını aldılar. Ergenekon'dan çıktıkları gün olan 21 Mart’ta her yıl bayram yaptılar. Bu bayramda bir demir parçasını kızdırırlar, demir kıpkırmızı olunca önce Hakan daha sonra beyler demiri örsün üstüne koyarak döğerler. Bugün hem özgürlük hem de bahar bayram (Nevruz) olarak hâlâ kutlanmaktadır.



E) Uygurlara Ait Destanlar

Türeyiş Destanı:

Uygurların bir erkek kurttan türeyişi anlatılır.

Eski Hun beylerinden birinin çok güzel iki kızı vardı. Bu bey, kızları ile ancak tanrıların evlenebileceğini düşünüyordu. Bu sebeple ülkesinin kuzey tarafında yüksek bir kule yaptırarak iki güzel kızını tanrılarla evlenmek üzere buraya yerleştirdi. Bir süre sonra kuleye gelen bir kurdun Tanrı olduğu düşüncesiyle kızlar bu kurtla evlendiler. Bu evlenmeden doğan Dokuz Oğuzların sesi kurt sesine benzerdi.

Göç Destanı:

Uygur Türklerinin anayurtlarından göçünü anlatır.

Uygurların yurdunda "Hulin" isimli bir dağ vardı. Bu dağdan Tuğla ve Selenge isimli iki ırmak çıkardı. Bir gece oradaki bir ağacın üzerine gökten ilâhi bir ışık indi. İki ırmak arasında yaşayan halk bunu dikkatle izledi. Ağacın gövdesinde şişkinlik oluştu. Işık dokuz ay on gün şişkinlik üzerinde durdu. Ağacın gövdesi yarıldı ve içinden beş çocuk göründü. Bu ülkenin halkı bu çocukları büyüttü. En küçükleri olan Buğu Han büyüyünce hükümdar oldu. Ülke zengin, halk mutlu oldu. Çok zaman geçti. Yuluğ Tiğin isimli bir prens hükümdar oldu. Çinlilerle çok savaştı. Bu savaşlara son vermek için Oğlu Gali Tigin’i bir Çin prensesi ile evlendirmeye karar verdi. Çinliler, prensese karşılık hükümdardan Tanrı dağının eteğindeki Kutlu Dağ adını taşıyan kayayı istediler. Gali Tigin kayayı verdi. Çinliler kayayı götürmek için kayanın etrafında ateş yaktılar, kaya kızınca üzerine sirke döktüler. Ufak parçalara ayrılan kayayı arabalara koyarak Çin'e taşıdılar. Memleketteki bütün kuşlar, hayvanlar kendi dilleriyle bu kayanın gidişine ağladılar. Bundan yedi gün sonra da Gali Tigin öldü. Kıtlık ve kuraklık oldu. Yurtlarını bırakarak göç etmek zorunda kaldılar.

Destanlar oluşumları bakımından doğal ve yapma destanlar olmak üzere ikiye ayrılır:

A.  Doğal Destanlar

Halk arasında ortaya çıkan anonim ürünlerdir. Bunlar genellikle daha sonra bir şair tarafından derlenip dü-zenlenmiştir. Bu türe örnek olarak şu destanları sıralayabiliriz:

  İliada, Odysseia -----------   Yunanlıların
  Kalevala  ------------------  Finlilerin
  Nibelungen ---------------   Almanların
  Ramayana, Mahabarata------- Hintlilerin
  Cid----------------------- İspanyolların
  Chanson de Roland----------- Fransızların
  Gılgamış-------------------- Sümerlerin
  İgor----------------------  Rusların
  Şehname------------------- İranlıların
  Şinto---------------------  Japonların
  Bozkurt, Şu, Göç...---------   Türklerin

B. Yapma (Suni) Destanlar

Bir olayın doğal destana benzetilerek bir şairce destanlaştırılmasıdır. Yapma destan örneği olarak şunları sıralayabiliriz:

  Virgilius ------------------------  Aenei
  Tasso---------------------------   Kurtarılmış Kudüs
  Milton---------------------------   Kaybolmuş Cennet
  Fazıl Hüsnü Dağlarca---------------   Üç Şehitler Destanı
  Kayıkçı Kul Mustafa----------------   Genç Osman Destanı

Türklere ait yapay destanlar, tam anlamıyla milletimiz arasında yayılmış destanlar değildir.

                                                       

 
  Bugün 3 ziyaretçi (16 klik) kişi burdaydı!